Bir Kere Az Dön, Düşme
Aile hikâyelerimiz içinde zaman zaman hem kendi aramızda hem de dostlar arasında anlatıp gülmekten çok hoşlandığımız birinde annem bir akşam salonumuzdaki televizyona nâzır ikili kanepede, dizine yatmış kedimizle birlikte uzanırken televizyonda artistik patinaj yarışmasını seyretmektedir. Havada ve buzda üst üste dönüşler ve başka akrobatik hareketler yapmak üzerine kurulu son derece ağır bir spor olan artistik patinaj birçok evde olduğu gibi bizim evimizde de sevilen ve ailece seyredilen bir spordur.
İşte o gün annemle ben televizyon karşısında erkeklerin serbest programını seyretmekteyiz. Hangi ülkeden olduğunu hatırlayamadığım bir patenci, tüm diğer sporcular gibi elinden gelenin en iyisini yapmak üzere çıkıyor. Kayıyor, bütün pisti turluyor; adımlar, dönüşler filan derken birçoklarının başına gelen onun da başına geliyor. Havaya sıçrayarak yaptığı dönüşlerin birinde yere düşüyor. Hemen ayağa fırlıyor ama tabii olan oldu; puanı kırılıyor. Annem, uzandığı rahat kanepesinden belki de yarım gözle seyrettiği serinin yerde biten bu başarısız hareketine istinaden, canhıraş çabalayan, alı al moru mor olmuş zavallı genç patenciye hitaben şu özlü sözü söylüyor: “Bir kere az dön, düşme.”
***
Sporcuların seyircinin önüne çıktığı o kısıtlı süreler içinde hiç spor yapmamış yahut hiç o sporu yapmamış bizler tarafından çeşitli şekillerde eleştirildiğine çoğu zaman şahit oluyoruz. Tabiri caizse “sahne gerisinde” neler olup bittiğini, hangi fedakârlıkların yapıldığını, ne kadar çok emek sarfedildiğini düşünmüyoruz. Üstelik sporda başarının çoğunlukla risk almaya bağlı olup bunun sporun tabiatında olduğunu görmezden geliyoruz. Anneciğimin karikatüristik sahnesinde olduğu gibi, çoğunlukla da hiç kötü niyet taşımaksızın ve sporcunun performansına katkıda bulunacağını düşündüğümüz şekilde, oturduğumuz yerden, icrası hakkında en ufak bir tecrübemizin olmadığı bir alana dair konuşuyor, yıllarını o spora emek vererek geçirmiş olan sporcuların o anlık performanslarını -üstelik o ara sağlık ve form durumları hakkında bir bilgi sahibi de olmaksızın- değerlendiriyoruz.
Peki bugün bu konuya neden değiniyorum? Bu hafta sonu itibariyle voleybolda heyecan seviyesi çok yüksek bir döneme giriyoruz. 30 Nisan Pazar günü kadınlarda AXA Sigorta Kupa Voley Dünya Baltacıoğlu Özel Sezonu final maçı İzmir’de oynanacak ve Türkiye kupası sahibini bulacak. Sultanlar Ligi’nde de ligin sona ermesiyle birlikte play-off dönemine adım atıldığından Mayıs ayının ilk haftasında lig şampiyonunu belirleyecek maçlar oynanmaya başlayacak ve heyecan zirve yapacak. Ayın ortasından itibaren de uluslararası heyecanlar başlayacak: CEV Şampiyonlar Ligi finali ve sonra da VNL maçları bizi bekliyor ki, bunların yaratacağı coşkunun çok yüksek seviyede olacağı çok açık.
Tüm bu maçlar, kritik önemleri sebebiyle heyecanlı bir ortam vaadediyor ancak yine aynı sebeple hatalara karşı toleransın daha düşük olacağı bir atmosferin de bizleri beklediğini gösteriyor. Saha içinde olduğu gibi seyirciler açısından da bu atmosferin yansımalarının olacağını tahmin etmek zor değil. Acaba biz de seyirciler ve sporseverler olarak bu dönem için kendimizi yeni bir bilince hazırlayabilir miyiz? Mesela bu sefer seyircilerin kendilerini oyuncuların yerine koyarak onlarla empati yapmalarının ve onların içinde bulunduğu durumu anlamalarının önemi üzerinde biraz daha fazla dursak mı? Bu “finaller” döneminde oyuncuların da en iyi performansı göstermek için uğraşacaklarının, onların da kendilerinden beklentilerinin yüksek olacağının ve hata yaptıklarında kendilerine her zamankinden daha az hoşgörü göstereceklerinin farkında olsak mı? Bütün bir sezonu idmanlar, yurtiçi ve yurtdışı seyahatler ve maçlar dolayısıyla gayet yoğun ve yorucu bir tempoda geçirdiklerini bir hatırlasak mı? Onların da birer insan olduğunu ve voleybolda henüz yapay zekâ oyunculuğunun olmadığını dikkate alsak mı? Kazandıkları ve kaybettikleri puanlarda onları alkışlasak mı? Çoğu gencecik olan sporcularımızı iyi günde, kötü günde desteklesek mi? Böylece rekabetin gittikçe kızıştığı bu dönemde sporun insânî yanını daha etkili bir şekilde yaşar, yaşatır ve sporun barış ruhunu içimizde hissetmez miyiz?
Bu sorulara herkesin içten bir şekilde “evet, evet, evet!” diyeceğini ümit ediyor, voleybolumuz için şenlik tadında geçecek bir Mayıs ayı diliyorum.